Allah’ın bahşettiği doğasıyla ve Türkiye’nin en büyük 2 şehrinin ortasındaki mükemmel konumuyla büyük bir doğa turizmi potansiyelinin üzerinde yaşıyoruz.
Bolu ve çevresinde ‘Doğa Turizmi’ hareketliliği 1930’lu yıllarda Abant ile başlıyor diyebiliriz.
60’lı yıllarda Aladağ, Alabarda bölgesi dergilerde boy gösteriyor. Sonrasında bir Orman mühendisinin öngörüsü Gölcük’ü ortaya çıkarıyor. Başka bir beyin, Mazhar Murtazaoğlu ekolü Bolu’yu bambaşka bir noktaya taşıyor. Tabi, Türkiye’nin en köklü ve en sağlam kamu kuruluşlarından Orman Genel Müdürlüğü’nü de unutmayalım. Her ne kadar adı siyaset olan sığ yapı bu kurumu da kemirse de, Bolu’nun doğasına ve turizm potansiyeline ciddi katkıları inkâr edilemez.
Ülkemiz maalesef yapısal ve zihinsel devrimini gerçekleştiremediği için her konuda olduğu gibi turizm konusunda da yıllardır bocalıyor. Bu bocalamanın yegâne sebebi, geleceğimize olan güvensizlik ve ne yapacağımızı bilememek.
Büyük bir tarihi geçmişe sahip olan şehrimiz tarihine sahip çıkamamış tarihi örtüsünü kendi kendine yok etmiş ve tarihi dokusunu kaybetmiştir. Doğasına ne kadar sahip çıktığı ise tartışılır! Bütün çevre köylerini tavuk kümeslerine teslim etmiş, Geleneksel yayla evlerini güncelleyememiş, onların yerine bütün yaylalarını her birinde çirkin yapılarla doldurmuştur.
Teknolojinin ve tasarımın bunca ilerlemesine rağmen bölgede ikinci bir Gölcük inşa edilememiştir.
Bu durumun birinci dereceden sorumlusu tabii ki idaredir. Yerleşim alanlarının gelişimi konusunda hiçbir zaman planlı programlı çalışmalar yapılmamış, siyasi kaygılarla halkın serbest hareket etmesine olanak tanınmıştır. Yerelde konuyu sahiplenecek bir siyasetçinin veya kurumun olmaması Bolu’nun doğa turizmindeki potansiyelini vasat derecesinden ileriye gitmesini engellemiştir.
Özellikle Pandemi dönemiyle ortaya çıkan ve kitlesel turizm hareketlerine göre tercih edilen küçük grup ve bireysel turizm hareketleri Bolu ve çevresinde Butik Otel ve Pansiyon işletmelerinin artmasına sebep olmuştur. Eğer kontrollü, kurallı ve de planlı olarak bu işi yapabilirsek sürdürülebilir bir turizm akımını yakalama şansına sahip olacağız. Eğer bunu başaramazsak sadece sıradan katma değeri düşük, coğrafyamızın hırpalandığı ve geleceği olmayan bir durumla karşı karşıya kalarak Bolu’ya zarar vereceğiz.
Son günlerin önemli bir konusu; Kartalkaya Kayak Merkezi ile Karacasu Termal Turizm Merkezi arasında kalan 38 bin 848 hektarın turizme açılması amacıyla ihaleye çıkarılma meselesidir. Böyle önemli bir konuyu Bolu halkının ihale aşamasında öğrenmesi abesle iştigal olup, Bolu halkına sizde kim oluyorsunuz demekten başka bir şey değildir. İşin başka bir boyutu ise Aladağ, Sarıalan bölgesinde pansiyonculuk ve günü birlik işletmecilik yapanlara zorluk çıkarılması. İşletmelerinin mühürlenmesidir. Bu işletmelerin eğer eksikleri varsa tamamlanmalı resmi olarak turizm işletmeciliği belgelerine kavuşturulmalıdır.
‘Bağdan Gelip Dağcıyı Kovmak’ olmaz.
Açıkçası, bende yaylalarımızın turizme kazandırılmasından yanayım. Yaylalarımıza mastır planlar yapılarak, yayla evleri turizme kazandırılmalı, yaylarımızda hak sahibi isteyen vatandaşlarımıza, turizm ve konaklama üzerine eğitimler verilerek turizm çarkına sokulmalıdır.
Özel İdare, Turizm İl Müdürlüğü, Bolu Ticaret ve Sanayi Odası ve Üniversite iş birliği ile çok güzel projeler yapılabilir. Bolu’nun geleceği açısından önem arz eden Doğa Turizmi ile ilgili hiçbir konu kapalı kapılar ardında şekillenemez.
Ne demiş Dadaloğlu; Ferman Padişahın, Dağlar Bizimdir.
Cumhur Bandakçıoğlu